(Dergi Bilkent 43. sayı – Haziran 2025)
İzmir Devlet Tiyatrosu Müdürü Burcu Aksakal (Tiyatro 2007) ile sahne ve oyunculuk üzerine söyleştik.
Tiyatroya ilginiz ne zamana dayanıyor?
Çocukluğumda bazı tiyatroların televizyon çekimleri olurdu. Ben de Devekuşu Kabare’nin televizyonda izlediğim oyunlarından etkilenerek tiyatroya merak saldım. Tiyatro benim oyun alanımdı çocukken; eğlendiğim, kendimi ifade edebildiğim, arkadaşlarımla vakit geçirebildiğim, eğlenceli ve heyecan verici bir alan. Taklit yapma ve çevremdeki insanları neşelendirip güldürme isteği, tiyatroya başlama sebebimdir. On yıllık bir amatör tiyatro geçmişim oldu. O yılları geride bırakıp üniversiteye başladığımda, işimizin ciddiyetini ve uzmanlaşma gerektirdiğini gördüm; yöntemlerle çalışmanın zorluklarını ve o yöntemlerin mesleki duruşumuza katkılarını öğrendim.
Bilkent Üniversitesi’nde aldığınız eğitimin kariyerinize nasıl yansıdı?
Hem de nasıl! Tiyatro Bölümü’müz bir yıldızlar geçidiydi. Devlet Tiyatrosu’ndan harika hocalarımız ve Gürcü eğitmenlerimiz vardı. Rus ekolünü ve mesleğimizin temeli sayılan Stanislavski yöntemini çok iyi öğrendik. Alanında uzman bir kadrodan diksiyon, sahne hareketi, eskrim, şan, solfej ve oyunculuk eğitimleri alarak mezun olduk. Meslek hayatımın en güzel anıları Bilkent’te birikti. Ne güzel, ne verimli zamanlardı… Yüzümde hep kocaman bir gülümsemeyle hatırladığım o yıllara bir günlüğüne bile geri dönmek isterdim.
İlk profesyonel adımınızı nerede attınız?
İlk görev yerim Erzurum Devlet Tiyatrosu’ydu. 2010’da Devlet Tiyatrosu sınavını kazanarak Erzurum’a atandım. Orada oyunculuk ve bölge müdürlüğü yaptım. 2014’te katıldığım İzmir Devlet Tiyatrosu’nda oyunculuk, yönetmen yardımcılığı ve yönetmenlik tecrübelerimden sonra, 2024 sonbaharında müdürlük görevine atandım.
Yönetici ve oyuncu kimliklerinizi nasıl dengeliyorsunuz?
Tiyatro müdürlüğünün maddi ve manevi birtakım sorumlulukları var: sezon oyunlarını belirlemek, onları yönetmenlerle ve oyuncularla buluşturmak, teknik ve sanatsal konuları desteklemek ve yönetmek… Bizde dekor ve kostüm malzemelerinin alınıp tasarlanmasından, projelendirip yapılışına kadar uzanan bir arka plan olur. Bir oyun sadece metin ve oyuncudan oluşmaz; ışık tasarımı, müzik, koreografi de sistemin birer parçasıdır. Tüm bunların hazırlanması, oyuncuyla prova edilmesi ve en sonunda seyirciye sunulması yaklaşık iki aylık bir süreçtir. Yöneticiliğin ağır bastığı bir dönemdeyim. Planlama yapmak, yönetmek, mevcut düzenin işleyen noktalarını güçlendirmek, işlemeyen noktalarına ise yeni bir düzenleme getirmek pek de kolay diyemem. Yöneticilik bir süreç, ben de bir oyuncuyum. Önümüzdeki sezon oyuncu kimliğimle tekrar sahnede olacağım.
Türkiye’de seyircinin tiyatroya ilgisini yorumlar mısınız?
Devlet Tiyatrosu hep kapalı gişe oynar. Seyircinin bize ilgisi ve katkısı her daim yüksektir. Pandemi döneminde bile açık havada oynadığımız tüm oyunlar dolmuştu. Devlet Tiyatroları, neredeyse ülkenin tamamına turne yaparak seyirciyi tiyatroya çekmeyi hedefleyen bir kurumdur. Biletlerimiz satışa çıkar çıkmaz biter. Bir kurum tiyatrosunun parçası olmakla birlikte, özel tiyatroları da takip etmekteyim. Yaşanan ekonomik zorluklara rağmen farklı oyuncuları izleyebilmeyi ve yeni düşünce kanalları oluşturabilmeyi, sahne adına çok önemli görüyorum.
Dijitalleşme ve teknoloji sahneyi etkiliyor mu?
Dijitalleşmenin en belirgin unsuru zaman. Saniyeler içinde akan hikâyeleri izlemeye alışan insanlar, sahnede uzun oyunları tercih etmeyebiliyor. Teknolojinin insanları birbirinden ve sahneden uzaklaştırdığı günümüz dünyasında en çok ihtiyaç duyulan şey, iletişim ve temas aslında. Yani tiyatronun iletişim biçimine her zaman ihtiyaç olacak; çünkü canlı, evrilen bir sanat icra ediyoruz, yaşayan bir enerjiyi izleyiciyle paylaşıyoruz. Seyirciyle ortak bir atmosferde gerçekleşmesi, tiyatroyu güçlü ve gerçek kılar. Toplum olarak sağlıklı bağlar kurmaya, yüzeysellikten uzaklaşmaya gereksinimimiz var. Tiyatro da bu noktada sanat temelli bir köprü işlevine sahiptir.
Repertuvar oluştururkenhangi ölçütleri göz önünde bulunduruyorsunuz?
Devlet Tiyatrosu bir repertuvar tiyatrosudur. Bundan dolayı çeşitliliği göz önünde bulundururum. Her kesimden seyircinin bulabileceği bir repertuvar oluşturmak ilk hedefimiz. Klasikler, komediler, dramlar, absürt, müzikli oyunlar… Her türden oyun sahnelemeye gayret ediyoruz. Önümüzdeki sezon yerli yazarların oyunlarına daha çok yer vermek istiyoruz. Çocuk oyunları benim için özeldir. Bugünün çocukları, yarının tiyatro seyircisini oluşturacak çünkü. Çocukların tiyatroyu şimdiden sevmeleri ve şimdiden bir tiyatro anlayışı geliştirmelerini önemsiyorum.
Oynadığınız hangi rol sizin için en özeliydi?
Tennessee Williams’ın “Arzu Tramvayı” oyunundan Blanche ve Sam Bobrick’in “İki Bekâr” oyunundan Shanette Milburn karakterleri, benim en çok etkilendiğim rollerimdi. İki oyunda da kadının içsel bir yolculuğu vardır; kadının toplumdaki yeri ve erkek bakış açısının kadınlar üzerinde yarattığı etkiler gözlenir. Blanche tüm bunları dramatik bir dille anlatır, kadının trajedisini seyirciye aktarır. Shanette ise yaşananları eğlenceli bir komedi diliyle verir.
Sahneye çıkmadan bir ritüel uyguluyor musunuz?
Özel bir ritüelim yok. Oyun günlerini biraz yavaş yaşamayı severim. Koşturmacalarımı erteler, o günü zihnimi boşaltmaya ayırırım. Oyunda beraber çalıştığım insanlar önemlidir benim için: onlarla tanışmak, iletişimde olmak, sahnede ne yapacaklarını ya da yapamayacaklarını anlamak ve ona göre davranmak… Sonuçta oyun ve prova tıpkı yaşam gibi iletişim gerektirir. Dolayısıyla kulisin keyifli olmasını, oyun öncesi moral ve motivasyonun düşmemesini, sahne önü kadar sahne arkasında da oyuncu arkadaşlarımla hazırlık yapmayı önemserim. İlk günden beri sahneye çıkmadan önce kalp atışlarım hızlanır. Derin nefesler alırım ve kendimi sahneye bırakırım. Tüm çabam ve gayretim enerjimle, algılarımın açıklığıyla, diğer oyuncu arkadaşlarımla ve seyirciyle bağlantıda kalarak sahnede o ânın gerçekliğiyle varlık gösterebilmek üzerinedir. Seyircinin sahneye katkısı çok değerlidir. Kendinizi ne kadar açarsanız, o kadar verimli geçer oyun. İçime kapanmadan, tüm duyularımla ve algılarımla sahnede olurum. Bizim işimiz seyircinin nefesini şah damarınızda duyduğunuz, tabiri caizse nefes nefese bir iştir. Seyirci ne hissederse siz de hissedersiniz.
Bir gün oynamayı veya sahneye koymayı hayal ettiğiniz bir oyun var mı?
Olmaz mı! Arthur Miller’in “Cadı Kazanı” oyununda Elizabeth’i oynamayı isterim. Az önce değindiğim Blanche karakterine bu yaşta ve bu tecrübemle tekrar hayat vermek de güzel olurdu. Yönetmenlik deneyimimden bahsetmiştim. Sahnede bir dünya yaratmayı gizemli buluyorum. O dünyaya başından sonuna kadar eşlik etmeyi, yön vermeyi, bütünleştirmeyi seviyorum. Oyuncuyla tek bir yürek olup çalışmak, her rolü ayrı ayrı işlemek, kendim oynuyormuşçasına yaşamak apayrı bir yolculuktur benim için. Yönetmeyi hayal ettiğim özel bir oyun şu an yok. Yönetmenlik alanının bana katkısı büyük. İki kısa film çektim, başarılı da oldum. Yine de sahnede olmak bambaşka.
Bir tiyatrocu olarak sinemaya bakışınızı öğrenebilir miyiz?
Sinemayı seviyorum. Kamera karşısında olmayı da deneyimledim ve hoşuma gitti. Yine de sahnede olmayı tercih ederim. Bir filmi çektikten sonra oyuncunun işi biter; rolüyle ilişkisi, o filmi defalarca tekrarla çektiği dönemden ibarettir. Ben ise rolümü geliştirmeyi, bu akışta edindiğim tecrübelerin bana katkısını gözlemeyi ve tabii ki sahnede seyirciyle etkileşimi seviyorum.
Sizde iz bırakan yazarlar ve oyuncular kimlerdir?
Birçok yazarın eserlerine hayranlığım var. Çehov’un oyunlarını severim mesela. Beni en çok etkileyen yazar ise Bertolt Brecht’tir. Onun epik tiyatro anlayışı, zaman zaman dördüncü duvarı yıkıp seyirciyi oyuna alabilmesi, oyunlarının konuları ve işleniş biçimi benim için bambaşkadır. Tiyatroda ve sinemada beğendiğim oyuncular olsa da bana gerçek ilhamı verenler hocalarımdır. Onların mesleğe bakışı, çalışma biçimleri, kendi kısa yollarını bizlerle paylaşmaları beni her zaman etkilemiştir. Bir karakteri yaratırken oyunu nasıl incelemem gerektiğini ve o karakterin izini sürmeyi Lemi Bilgin’den, oyun kurmayı, sahnede içten dışa ve dıştan içe aksiyon alabilmeyi Olcay Kavuzlu’dan, oyunculuğun iç dinamiklerini oluşturmayı ve oyun boyunca taşıyabilmeyi Sükun Işıtan’dan öğrendim.
Oyunculuğa adım atacak gençlere tavsiyelerde bulunmak ister misiniz?
Tiyatro uzun bir yoldur. Bu yolu yürümeye istekli ve niyetli olmalı, isteğinizi aktif eylemlerle doldurmalısınız. İsteyeceksiniz, yani kendi üzerinizde çalışacak, sınırlarınızı fark edip geliştirmeye zorlayacak, araştırmalar yapacak, okuyacak, izleyecek, sabırlı olacaksınız. Yolculuk hep devam edecek, belki sonu olmayacak, siz her şeye rağmen aramaya devam edeceksiniz. Mesleğimizin merkezi insandır; insan da sürekli değişir, tıpkı oyunculuğun dinamikleri gibi.
Boş zamanlarınızda nelerle uğraşırsınız?
Kitap okumak, film izlemek, yürüyüş, spor benim hobim değil artık! Onlar yaşamımın bir parçası, mesleğimi ve kendimi besleme yöntemlerim. Sanırım doğada ve hayvanlarla vakit geçirmek benim asıl hobim. Bir de mutfakta farklı tarifler denemek hoşuma gidiyor.