Ana Sayfa » New York Şehir Planlama Departmanı Kentsel Tasarımcısı Dr. Harun Ekinoğlu (LAUD’06)

New York Şehir Planlama Departmanı Kentsel Tasarımcısı Dr. Harun Ekinoğlu (LAUD’06)

(Dergi Bilkent 35. sayı – Haziran 2021)

 

New York Şehir Planlama Departmanı’nda imar uzmanı olarak görev yapan Dr. Harun Ekinoğlu (Kentsel Tasarım ve Peyzaj Mimarlığı 2006), dergimizle mesleğinin ayrıntılarını paylaştı.

– LinkedIn Profili

 

Bilkent’ten sonra kariyeriniz nasıl gelişti?
Bilkent’ten 2006 yılında yüksek şeref derecesiyle mezun oldum. Dördüncü sınıfın bahar yarıyılında UNESCO ve Kanada’nın Carleton Üniversitesi tarafından düzenlenen uluslararası bir kentsel tasarım öğrenci yarışmasına katılmıştık. Tarihî kentsel alan yenileme temalı bu yarışmada Antakya’nın tarihsel kent dokusu için ekipçe geliştirdiğimiz yenileme modeliyle 42 ülkeden 126 proje arasında ilk beşe girdik. Bilkent’in desteğiyle Pekin’e gidip UNESCO Asya Pasifik Ofisi’nden ödülümüzü aldık. Tam mezun olduğumuz dönem yaşanabilecek en güzel şeydi bu; hem çok sevinmiştik hem de bölümdeki hocalarımız gururlanmıştı.

Mezuniyetin ardından İstanbul hikâyem başladı. İstanbul, tarihsel derinliğiyle beni hep heyecanlandıran, kendi alanımda profesyonel ve akademik anlamda çalışmak istediğim bir şehirdi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), bana ilk görüşmede iş teklif etti. Tarihî Çevre Koruma Birimi’nde kentsel tasarımcı olarak çalışmaya başladım. Tarihî Yarımada, Beyoğlu ve Galata ağırlıklı çalışmalarda rol alıyordum. Yöneticilerim her fırsatta Bilkent mezun oluşumu vurgular, iyi bir eğitim aldığımı ve mesleğime duyduğum ilgiyi öne çıkarırlardı.

İBB’de hangi projelerde görev aldınız?
İlk günden başlayarak kendimi çok büyük projelerin içinde buldum. İlber Ortaylı, Semavi Eyice, Necdet Sakaoğlu gibi tarih duayenlerinden Tarihî Yarımada’yı öğreniyordum. Proje yönetiminin yanı sıra her gün çok sayıda kanun, yönetmelik, koruma kurulu kararı inceliyordum. Bu süreç bir buçuk yıl kadar devam etti. İTÜ’de yüksek lisansa da başlamıştım; ancak Milano Politeknik Üniversitesi’nden şehir planlama ve politika tasarımı üzerine kapsamlı bir yüksek lisans bursu alınca 2007 yılı ortalarında İBB’den ayrıldım ve Milano’ya yerleştim.

İtalya’daki yüksek lisansım, bana kentsel planlamanın ve tasarımın özel kentsel sorunları çözmeye dönük operasyonel ve yönetsel boyutlarını öğretti. Avrupa’nın planlama ve kentsel tasarım pratiğini kavradım. Tez araştırmam, tarihsel yerleşim Harput’un kamu-özel sektör ortaklığında mekânsal, sosyal ve kültürel sürdürülebilirlik hedefiyle yenilenmesine yönelik bir model önerisiydi.

Mimarların, kentsel tasarımcıların, kent planlamacıların ve peyzaj mimarlarının en değerli sermayelerinden biri de mekân görgüleridir. Milano’daki yüksek lisans bana nerdeyse bütün Avrupa’yı gezip görme olanağı da sundu. Akademik, sosyal ve kültürel açıdan dolu dolu geçen iki yılımdan sonra eski yöneticilerim yeniden İBB’de çalışmamı istediler. Yaklaşık iki yıl Etüt ve Projeler Dairesi’nde iki farklı daire başkanına danışmanlık yaptım. Tarihî kent alan yönetimine yoğunlaştım.

2010’da İTÜ’de şehir planlama doktora programına da başlamıştım. Hem çalışıp hem doktora yapmak biraz meşakkatliydi; ama İBB’de kapsamlı projelerin bir parçası olmak profesyonel anlamda büyük bir tatmin de getiriyordu. Benzersiz coğrafyası, tarihsel derinliği, kültürel zenginliği, kendine özgü altyapı problemleri, planlama ve politika kusurlarıyla kendi içinde bir kozmostur İstanbul. O dev yapının küçük ya da büyük herhangi bir sorununa tasarım ve planlama çözümleri aramak başlı başına heyecan vericiydi.

Danışmanlık sonrası üç yıl kadar Kentsel Tasarım Birimi’nde görev aldım. Yenikapı Transfer Noktası ve Arkeopark Alanı Uluslararası Mimari Proje Yarışması’nın yönetimindeyken Suha Özkan, Michael Sorkin, Odile Decq, Massimiliano Fuksas, Peter Eisenman gibi mimarlık kuram ve pratiğinde dünya çapındaki isimlerle çalıştım. Beyazıt Meydanı ve Yakın Çevresi Kentsel Tasarım Projesi’nde proje yöneticiliğinde bulundum. İstanbul Üniversitesi Beyazıt Kampüsü, 560 yıllık Kapalıçarşı, Beyazıt Külliyesi, Beyazıt Devlet Kütüphanesi gibi birçok önemli tarihî ve mimari başyapıta ev sahipliği yapan ve bugün de sıkça kullanılan bir meydanın tasarım ve onay aşamalarını yönetmek büyük bir deneyimdi.

Bu arada doktora yeterlilik sınavlarımı da vermiş ve araştırma aşamasına geçmiştim. Kent morfolojisindeki değişimin bilgi entropisi kullanılarak ölçülmesi ve modellenmesiyle ilgili bir araştırma sürdürüyordum. Karmaşık veri setleri aracılığıyla bir modelleme yapabilmek için yazılım geliştirilmesi gerekiyordu; fakat bilgisayar mühendisliği hocalarına attığım e-postalara beklediğim geri dönüşleri alamadım. Bunun üzerine Columbia Üniversitesi’nin Mimarlık,

Planlama ve Koruma Fakültesi’nden aldığım araştırma davetini kabul ettim ve TÜBİTAK’tan kazandığım bursla New York’ta misafir araştırmacılığa başladım. Eylül 2015’te araştırmamı olgunlaştırıp Türkiye’ye döndüm; zamanımı tezi tamamlamaya ve uluslararası hakemli dergilerde yayın yapmaya ayırdım. İTÜ’deki tez hocamla birlikte iki dönem Kentsel Morfoloji dersini de verdik. Ocak 2018’de doktoramı tamamladım.

İBB’deki son üç yılımı (2015-2018) yakın geçmişte vefat eden eski başkan Kadir Topbaş’ın kültür, sanat ve turizm danışmanı Tülin Ersöz’ün yardımcılığı yaparak geçirdim. Kentsel tasarım, kültürel zenginlik ve şehir ekonomisi odaklı birçok projede yer aldım. İstanbul’un UNESCO Tasarım Şehri adaylık sürecinde proje yöneticiliği yaptım. Şehrin yaratıcı kapasitesinin yenilikçiliğe, istihdama, büyümeye ve sürdürülebilir kalkınmaya dönüşmesini kurgulayan bir programla İstanbul’a UNESCO Tasarım Şehri unvanını kalıcı olarak kazandırdık.

Bu unvanın açıklanması, Ekim 2017 ortalarında başkanın ve tüm danışmanlarının istifasından kısa bir süre sonra gerçekleşmişti. Atanan yönetim, bu projeyle birlikte diğer birçok çalışmayı da gündemden düşüren kararlar aldı. Doktoramın bitişine denk gelen bu dönemde Haliç Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nde yarı zamanlı olarak tasarım stüdyosu da yürütüyordum. Bir sonraki kariyer adımında tam zamanlı akademisyenlik kararı aldım. 2018-2019 akademik yılında Haliç Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nde doktor öğretim üyesi olarak görev yaptım.

Kariyerinize ABD’de devam etmeye ne zaman karar verdiniz?
Haliç Üniversitesi’ne atanmamın ilk yılında New York Şehir Planlama Departmanı’ndan iş teklifi aldım ve istifa ederek ABD’ye yerleştim. Akademik hevesim kursağımda kalmıştı; fakat yine bir metropolde ve mesleki uygulamanın kalbinde çalışma şansı elde etmiştim. 2019 sonbaharında belediyenin Teknik İnceleme Birimi’nde imar uzmanı unvanıyla göreve başladım. Genel anlamda Amerikan kent planlama sistematiğini, özelde New York’u ve New York’un kent planlama anlayışını işin mutfağında öğrenmek adına bundan daha iyi bir fırsat olamazdı.

İçinde bulunduğunuz kurumsal işleyişten bahseder misiniz?
Bağlı olduğum Şehir Planlama Departmanı, bildiğimiz belediyelere oranla daha teknokrat bir yapıyla hareket ediyor. Çalışanların hemen hepsi liyakat esasıyla görevlendiriliyor.

Teknik kadrolarda akademik kökenli ya da akademiyle bir şekilde bağlantılı çok sayıda uzman var. Seçimlerden sonra bizim belediyelerdeki işçi çıkarmalar veya politik müdahaleler yaşanmıyor. Yönetimler değişse de herkes uzmanlık alanında kalıyor ve işini yapmaya devam ediyor. Yeni gelen belediye başkanı sadece departman başkanlarını değiştiriyor ki bu da gayet anlaşılır bir durum.

Burada personeli siyasi değişimlerden koruyan bir mekanizma var. Ben bunu aslında devletçilik ilkesiyle bağdaştırıyorum. Devlette devamlılık, kamu hizmetlerinin sürekli gelişebilmesi ve kamudaki bilginin, deneyimin kuşaktan kuşağa aktarılabilmesi için olmazsa olmazdır. Atatürk ilkelerimizden biridir devletçilik; ancak bunda pek başarılı olamadığımızı kabul etmeliyiz. ABD’de bu başarılmış. Çeşitlilik, kapsayıcılık, eşitlik ilkeleri ışığında dil, din, ırk ve cinsel kimlik özgürlüğünü koruyan bir organizasyonun parçasıyım.

Departmanınızın başlıca faaliyetlerine değinebilir misiniz? Siz hangi projeleri yürütüyorsunuz?
Şehir Planlama Departmanı’nın ana işlevlerini iki kategoride genellemek mümkün: New York’un birçok ölçekte 5,10,

25 ve 50 yıllık çevresel, mekânsal, sosyal, kültürel, ekonomik planlama hedeflerini şekillendirip güncellemek ve dünyanın en pahalı emlak piyasasına sahip olan bu kentin imar hareketlerini sürdürülebilirlik, adillik, şeffaflık, hesap verebilirlik ilkelerini gözeterek yönetmek.

İster kamu mülkiyeti olsun ister özel mülkiyet olsun, kentle ilgili büyük ya da küçük ölçekli her imar hareketi temelde hukuksal bir olaydır. Hukukçular, Türkiye’de imar, şehircilik veya planlama süreçlerine maalesef sorun çözmek üzere en son aşamada katılıyor; oysa mahkeme süreci başladığında sorunlar çoktan krize dönüşmüş oluyor. New York’taki sistem bambaşka. Bize yapılan imar başvuruları hukuk büroları üzerinden ve imar uzmanı avukatlar tarafından gerçekleştiriliyor.

Avukatlar, mülk sahiplerini veya yatırımcıları temsilen sürece ilk dakikadan itibaren dâhil oluyorlar; mimarlar ve peyzaj mimarlarıyla birlikte New York’un 13 bin sayfalık imar hükümlerine uygun bir şekilde proje başvurularını yapıyorlar. Teklif edilen projelerin profiline göre disiplinlerarası uzmanların bulunduğu komisyonlarda öncelikle birkaç tur görüşmemiz ve teknik araştırmamız oluyor. Proje teklifleri bu komisyonlardan geçtikten sonra New York’a özgü birleşik arazi kullanımı inceleme prosedürü (Unified Land Use Review Procedure – ULURP) başlıyor. Başvuruların ilk incelemelerini imar uzmanları ve çevre etki değerlendirme uzmanları olarak bu prosedür çerçevesinde gerçekleştiriyoruz.

Şu an 50’nin üzerinde proje yürütüyorum. Yeniden geliştirmeler ve işlevlendirmeler için gereken imar değişikliği veya özel izin gerektiren başvurulara ait mimari projelerin ve diğer tüm yasal dokümanların teknik incelemelerini yapıp hukuk ekibine iletiyorum. Çevre etki değerlendirme uzmanları da eş zamanlı incelemeler sonrası raporlarını hukukçulara aktarıyorlar. Hukuk incelemesi bitince komisyon görüşmeleri için Şehir Planlama Departmanı’nın başkanı bilgilendiriliyor. Komisyon ise ilçelerden gelen halk kurullarının (community boards) görüşlerini de dikkate alarak son kararını veriyor.

Bilebileceğiniz üzere New York 5 ilçeden oluşuyor: Manhattan, Brooklyn, Queens, Staten Island ve Bronx. Bu ilçelerin her birinin seçimle iş başına gelen yönetim örgütleri ve kendi iç komisyonları var. Şehir Planlama Komisyonu’nda görüşülecek her şey, ilçelerin değerlendirmeleri alındıktan sonra komisyona geliyor ve tüm bu veriler ışığında görüşülerek kabul, şartlı kabul veya reddediliyor. Tepeden inme kararlar verilmiyor; halkın sürekli katıldığı şeffaf toplantılar düzenleniyor; aşağıdan yukarıya doğru hareket eden ve yatayda denge- denetleme-geri bildirim mekanizmasının çalıştığı bir sistem işliyor. Kamu ve özel mülkiyete ait en küçük imar alanının projelendirilmesi ve geliştirilmesinde bile bu süreçlerin gerçekleşmesi gerekiyor.

2012’de Sandy kasırgasının Aşağı Manhattan kıyı bölgelerini ciddi şekilde etkilediği dönemde başlatılan Aşağı Manhattan Kıyı Dayanıklılığı Projesi, kendi birimimde proje yöneticiliğini üstlendiğim önemli işlerdendir. Bu uzun vadeli projede hem Güney Manhattan kent bölgesini iklim değişikliğinin etkilerine hazırlamanın yanı sıra şimdiki ve gelecek nesilleri koruyacak bir kentsel geliştirme ve uyum stratejisi öne çıkıyor. Ayrıca Financial District ve Seaport bölgelerinin dayanıklılığını artırıp olası kasırgalarda ve su seviyesi yükselmelerinde kıyının toparlanmasını hızlandırmayı amaçlayan projenin bütçesi yarım milyar dolar.

New York’ta gözlediğiniz arazi kullanımı ve imar problemleri nelerdir?
New York’ta gözlemlediğim en temel sorunların başında konut krizi geliyor. Kent yönetimi dışa yayılarak büyümeyi desteklemeyen ve hatta zorlaştıran politikalar izliyor; dışa doğru büyüme yerine yapılı alanların yeniden geliştirilmesi yoluyla konut üretimine gidiliyor ve yerel yönetim tam da bu noktada uygun fiyatlı konut üretimi için çeşitli imar teşvikleri veriyor. New York’un karar alıcıları ve uygulayıcıları, şehrin hangi bölgelerinde konut, altyapı, okul veya sosyal donatı ihtiyacı olduğunu açık veri olarak herkesle paylaşılan veri tabanından takip edebiliyor. Bu veri tabanı, birçok planlama kararında, imar sübvansiyon politikalarının geliştirilmesinde ve uygulamasında yol gösterici nitelik taşıyor. Örneğin, belirli sayıda konut üretiminin üzerine çıkan gayrimenkul geliştirmelerde belli oranlarda uygun fiyatlı konut üretme mecburiyeti var. Yatırımcı da bunu göz önüne alarak projesini biçimlendiriyor.

New York’ta yaşamanın ve çalışmanın zorluklarını ve heyecan verici yanlarını değerlendirebilir misiniz?
Benim için New York’ta yaşamanın ve çalışmanın en heyecan verici yanlarından biri, böylesine özel bir kentin fiziksel çevresinin değişiminde ya da yeniden yapılanmasında az ya da çok bir etkim olmasıdır. Aynı duyguyu İstanbul’da çalışırken de hissediyordum.

Burası belki de dünyanın en heyecan veren metropolü. ABD’nin diğer metropollerinin bile sahip olmadığı bir kültürel çeşitliliğe sahip. Bu durum kent mekânına, mimariye, yeme-içme mekânlarının zenginliğine ve sanatsal atmosfere yansıyor. İstanbul’da on yıldan fazla yaşamış ve kentsel yoğunluğun ne olduğunu iyi bilen biri olarak New York’un yoğunluğuna dair bir şikâyetim olmadı. Sabah işe giderken ve akşam mesai bitiminde metrolardaki yoğunluk çok fazla; fakat bu yoğunluğun oldukça iyi yönetildiğini düşünüyorum. Covid-19, insanların metro kullanım alışkanlıklarını tamamen değiştirdi. Şu an birçok sektör evden çalışıyor olsa da her şey normale dönüldüğünde eski yoğunluğun bir daha asla yaşanmayacağı düşünülüyor.

New York, dünyada bireysel araç sahipliği oranı en düşük kentlerden biri. Bu da kentsel yoğunluğun iyi yönetildiğini ve sürdürülebilirliğe önem verildiğini gösteriyor. İnsanlar toplu taşımaya veya bisiklete yöneliyor. Bisikletle güvenli seyahat edebileceğiniz altyapı oluşturulmuş. New York’ta yaşamanın en dezavantajlı yanı, mal ve hizmetlerin nispeten pahalı olması. Ev kiraları çok yüksek. Yine de ekonominin büyüklüğü ve arz-talep dengesi düşünüldüğünde pahalılığın anormal olmadığını düşünüyorum.

Covid-19 salgını işinize ve hayatınıza ne ölçüde yansıdı?
Çalışmalarımız olumsuz etkilenmedi. Uzaktan çalışma altyapısı hızla oluşturuldu. Ofisteyken kullandığımız basılı dokümanlar ve projeler dijitale dönüştürüldü. Toplantılar, veri akışı ve iletişim çevrimiçi devam ediyor.

New York ise virüse hazırlıksız yakalandı; ne yazık ki uzun süre salgının küresel merkez üssü oldu ve çok can kaybı yaşadı. Pandeminin ilk günlerinde bizim departman salgın hastalık zamanlarında kentsel planlama ve tasarım odaklı bir komisyon kurdu. Benim de katıldığım bu komisyon, benzer krizlerin daha iyi yönetilmesine yönelik eylem planları ve politika önerileri tasarlıyor.

İstanbul ve New York’un benzeşen ya da ayrılan noktalarını mesleğiniz açısından yorumlar mısınız?
Planlama açısından bakalım. Halkın da katılıp denetleyebildiği planlama süreçleri ülkemizin planlama pratiğinde ne yazık ki yok. Kente dair kararlardan en son kent insanının haberi oluyor. Halkın görüşü, belediye meclislerinde alınan kararlara pek etki etmiyor. Türkiye’deki planlama kanunları ve yönetmelik maddelerinin birçok yerinde kamu yararı ifadesine rastlarsınız; ancak uygulamada halkın bu süreçlere ne kadar katıldığı sorusunun cevabı yoktur.

İnsanımız, yaşadığı çevreyi ilgilendiren her konuda haberdar olmalı, fikirlerini sunmalı ve planlama aşamalarında aktif rol almalı. Seçilmiş bürokratların kent planı ve tasarımında her şeyi bilmesi ya da fark etmesi mümkün değil. New York’ta özellikle mahalle planlama süreçlerindeki doğrudan katılıma şahit olduktan sonra o anlayışın ülkemizde de rahatça uygulanabileceğini düşünüyorum.

İstanbul ve New York; dinamizmleri, değer yargıları, kültürel kodları ve mekân dilleri olan, 24 saat uyumayan iki büyük şehir. New York, küresel bir finans merkezidir; aynı zamanda bir yaratıcılık ve kültür odağıdır. İstanbul’un da kendi içinde çok potansiyelli yanları vardır; jeopolitik konumu, coğrafyası, kent kültürü ve tarihi onu her anlamda benzersiz kılar. Sürdürülebilirlikte New York hem Amerika’da hem dünyada üst sıralarda, İstanbul ise ne yazık ki çok gerilerdedir. Kişi başına düşen yeşil alanların yüzölçümlerine oranı New York’ta %27, İstanbul’da %2,2. New York yürünebilirlik ve bisikletle erişim parametrelerinde dünya sıralamasının üstlerinde, bireysel otomobil sahipliğinde ise ABD’de en altlardadır. Bunun temel sebebi, az önce de belirttiğim yaygın metro ağıdır. Kentin dışa doğru genişlemesinin desteklenmemesi, yoğun bir kentsel alanın ulaşım ihtiyacının metroyla karşılanıyor oluşu ve bu sayede karbon salınımının en düşük seviyede tutulması bence muhteşem.

İstanbul, her iki başlıkta da iyi performans sergileyemiyor. Toplu ulaşım altyapısı gelişiyor olsa da şehrin hızla büyümesi ve kontrolsüzce dışa doğru genişlemesi, insanların otomobil sahibi olmaktan vazgeçmemesinin başlıca nedenleridir.

Geçtiğimiz yıllarda çıkan kitabınıza da bir parantez açmak ister misiniz?
Kitabın ilginç bir hikâyesi var. İTÜ’deki doktoram sırasında Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü’nden Tasarım Tarihi ve Eleştiri dersi alıyordum. O dönemde taksilerin standartlarını yükseltmek amacıyla hem İBB hem New York Taksi Limuzin Komisyonu tarafından tasarım yarışmaları açılmıştı. Dersin sonunda İstanbul ve New York’un taksi tasarım yarışmalarına ve katılımcı yöntemlerine dair karşılaştırmalı bir inceleme yazısı yazdım. Dersin hocası da bu çalışmanın makaleye dönüşecek potansiyelde olduğunu söyledi.

İlk kez bir çalışmamın yayımlanabileceği fikri beni heyecanlandırmıştı. İstanbul’un taksi tasarım yarışmasında bizzat çalışmış olduğumdan ve New York’taki yarışmayı takip ettiğimden ötürü elimde bayağı veri bulunuyordu. İstanbul ve New York’un benzer ve farklı kent dinamiklerine bakıp şu sorulara cevap arayan bir makale kaleme aldım: Tasarım bir politik ajanda gündemi olursa iyi tasarıma ulaşılabilir mi? Katılımcı tasarım modelleri, politik bir ajandayla doğru tasarlanabilir mi? Bu çalışma, Kasım 2015’te A/Z İTÜ Journal of the Faculty of Architecture’da yayımlandı. Almanya’dan bir yayınevinin yetkilileri benimle iletişime geçtiler ve makaleyi genişletmem durumunda kitaplaştırabileceklerini söylediler. Gerekli çalışmaları yaklaşık bir yılda tamamladım. “Favorite Design vs. Good Design” kitabım 2017 yazında basıldı. 2019 yılı sonlarında misafir jüri üyesi olarak Pratt Institute Mimarlık Bölümü’ne gittiğimde okulun kütüphanesinde kitabın bir kopyasını görmüş ve çok mutlu olmuştum.

Burada bir makalemden de bahsetmek isterim. Algoritmalar yoluyla oluşturulan tasarım örüntüleri, günümüzde hızlı işlemcilerle öğrenebilen akıllı makinelere, bir başka deyişle tasarım robotlarına dönüştü. Çevresel, jeolojik, iklimsel ve benzeri birçok değişkenin aynı anda ve büyük bir hızda işlenmesiyle yapılar ve hatta yerleşimler tasarlanabiliyor. Peki, mimari tasarım öğrenen robotlar eliyle gerçekten başarılabilir mi ya da tasarım robotları mimarlığı insanlardan devralabilir mi? Bu sorular üzerine temellendirdiğim bir makalem, geçtiğimiz yıl Symmetry: Culture and Science dergisinde yayımlanmıştı.

Sosyal hayatta nelerle ilgileniyorsunuz?
Benim için iyi bir sosyal hayat, verimli bir zihnin ve başarılı bir iş hayatının olmazsa olmazıdır. Ne kadar çok çalışırsam çalışayım ya da ne kadar yoğun olursam olayım, spor yapmaktan vazgeçemem. Ayrıca bisikletle Manhattan’da turlarım. Manhattan’ın labirentimsi yapısını kulağımda müzikle keşfetmek, özellikle Midtown East ve West bölgelerinde gezerken çok keyifli ve dinlendirici olur. Dünya mutfaklarından restoranların yoğun olduğu bir mahallede yaşıyorum; her fırsatta farklı kültürlerin yemeklerini deniyorum. Pandemi öncesinde her ay Broadway gösterilerine de giderdim.

Bilkent sizin için ne anlam ifade ediyor?
Bilkentli olmak, her zaman gururla taşıdığım bir etikettir. Bilkent, benim zihnen gelişip olgunlaştığım, kendimi çok yönlü geliştirdiğim, dünyayı anladığım ve mesleğimi kavrayıp ona bağlandığım yerdir. Bilkent Üniversitesi, bize dünyaya özgüvenle bakmayı ve o güven duygusuyla hedeflerimizi gerçekleştirebilmeyi öğretti. İnsan kendine güvendiği müddetçe yılmadan ve vazgeçmeden mücadele veriyor. O mücadele her ne kadar kişisel gözükse de arka planda bize temel donanımımızı veren bir üniversiteyle birlikte o üniversitenin kaldıraç etkisi duruyor.

Bilkent, Amerika’da da çok iyi tanınan bir üniversite. Şu an çalıştığım kamu kurumunda bile biliniyor olması mutluluk veren bir ayrıntı. Bilkent’in bendeki yeri çok özeldir. Bir gün yine güneşli bir havada MSSF’nin yanındaki çimlere uzanıp müzik dinlerken Ankara’yı izlemek istiyorum, tıpkı öğrencilik günlerimde yaptığım gibi. Dergi Bilkent’in bu sayısında bana yer verdiğiniz için ayrıca teşekkür ediyorum.