(Dergi Bilkent 34. sayı – Aralık 2020)
GlaxoSmithKline Türkiye Genel Müdürü Selim Giray (İşletme 1999) ile yaklaşık 20 yıldır çalıştığı ilaç endüstrisini konuştuk.
Bilkent öncesinde ve sonrasında hangi okullarda eğitim aldınız?
Ortaokul ve lise eğitimimi Robert Kolej’de tamamladım. Bilgi Üniversitesi’nden MBA diplomasına de sahibim.
İlk işiniz hangi sektördeydi?
Akaryakıt sektöründe bir yıllık satış temsilciliği deneyimim oldu. Ardından ilaç sektörüne geçtim.
İlaç endüstrisi bilinçli bir seçim miydi, yoksa şans eseri yakaladığınız bir fırsat mıydı?
Görüşlerini önemsediğim büyüklerimin yönlendirmesiyle yaptığım bir tercihti; ancak sonrasında gördüm ki çok doğru bir karar vermişim. İlaç endüstrisi, bilim ve teknolojinin iç içe geçtiği, topluma katkısı çok yüksek olan, dinamik bir sektördür.
İnsanların daha sağlıklı ve uzun bir yaşam sürmelerini amaç edinen bir sektörde çalışmanın motivasyonu da, sorumluluğu da çok büyük.
Çalıştığınız şirketleri ve yürüttüğünüz görevleri öğrenebilir miyiz?
Sektördeki kariyerime Roche bünyesinde başladım. Sonrasında MSD’de ürün müdürü, merkez ve Doğu Avrupa ülkelerinden sorumlu bölge pazarlama müdürü, ulusal satış direktörü gibi pozisyonlarda görev aldım. 2010 – 2012 yılları arasında Cenovapharma’da genel müdür olarak görev yaptım.
2014’te iş birimi direktörü unvanıyla GSK ekibine katıldım. Ocak 2016’da CEO Geleceğin Stratejisi Grubu’na katılarak Londra’daki GSK genel merkezinde çalıştım. 2016 – 2018 yılları arasında Allergan İlaçları genel müdürlüğü görevini icra ettim. Ocak 2018’de ise GSK Türkiye ailesine geri döndüm ve GSK Türkiye genel müdürü olarak görev yapmaya başladım.
İlaç endüstrisi deyince akla ilk saha satış ekipleri gelebiliyor. Sektörünüzde hangi disiplinler için kariyer fırsatları var?
İlaç endüstrisi pek çok disiplini içinde barındıran, büyük bir yapı. Hekimlere ve eczacılara güncel bilgilerin doğru ve zamanında ulaştırılmasını sağlayan, böylelikle hastaların en son tedavi seçeneklerine erişmelerine katkıda bulunan saha ekipleri bu yapının önemli bir parçası. Diğer kurumsal organizasyonlarda olduğu gibi sağlık sektöründe de pazarlama, finans, teknoloji, insan kaynakları, kurumsal iletişim gibi pek çok birim yer alıyor. Sektör özelinde ise ar-ge ve üretim fonksiyonlarıyla birlikte ruhsatlandırma, kamu ilişkileri gibi farklı birimler bulunuyor. Sosyal bilimlerden fen bilimlerine uzanan birçok disiplinden yeteneğe kariyer fırsatı sunan bir sektörden bahsediyoruz.
Yeni bir ilacın keşif ve geliştirme aşamalarıyla birlikte eczanede raflara girmesi genelde ne kadar sürer?
Yeni bir ilacın raflarda yer alabilmesi için klinik araştırmalarla güvenilirliği ve etkinliğinin ispatlanması gerekiyor. Bu da yaklaşık 15-20 yıl alan, pek çok fazı barındıran bir süreç. Ürün piyasaya çıktıktan sonra izleme ve çalışma süreçleri de devam eder.
Bu kadar kapsamlı bir çalışmanın en önemli kısmı, hangi molekül için 15-20 yıl emek verilmesinin seçilmesi. Yüksek teknolojiden ve yapay zekâyla modellenmiş sistemlerden faydalanarak en etkin, en güvenli moleküller üzerinde çalışıyor ve hastaların sağlıklı yaşam kalitesini artıracak tedaviler geliştirmeyi hedefliyoruz.
İlaç üreticileri gelirlerinin yaklaşık ne kadarını ar-ge için ayırıyor?
Araştırma-geliştirme faaliyetleri, insan sağlığını doğrudan etkileyen sonuçlar doğurması sebebiyle ilaç sektöründe büyük önem taşıyor. Yeni bir tedaviyi insanlığın hizmetine sunabilmek, ortalama 12-15 yıl süren ve titizlikle yürütülen bir ar-ge süreci gerektiriyor. Bu alandaki yatırımlara ayrılan bütçe ise şirketlerin stratejileriyle parallel biçimde değişebiliyor.
İnovasyona ve dolayısıyla araştırmageliştirmeye verdiğimiz önemin bir sonucu olarak 300 yılı aşkın geçmişimize 5 Nobel Ödülü sığdırmış bir şirketiz. GSK, sadece geçtiğimiz yıl 4,3 milyar sterlin ar-ge bütçesi ayırdı.
Firmalar arasında ar-ge rekabeti hangi çalışmalar üzerinde biçimleniyor?
Günümüzde tedavisi bulunamamış pek çok hastalık var. Bunlar elbette ilaç endüstrisinin ağırlıklı yatırım yaptığı alanlar. Üstelik çevresel faktörlerin tetiklediği yeni sağlık sorunları da ortaya çıkıyor. Bunun en yakın örneğini COVID-19 salgınında yaşıyoruz.
Şirketinizdeki çalışma ve üretim koşulları salgından nasıl etkilendi?
Salgını ilk günden itibaren çok yakından izledik. Operasyonel süreçleri iyi analiz ederek tüm senaryolar için planlarımızı hazırladık. Öncelik taşıyan iki konumuz vardı. İlki topluma ve hastalara karşı olan sorumluluğumuz çerçevesinde ilaç tedarikinin kesintiye uğramaması adına iş sürekliliğinin sağlanmasıydı; ikincisi ise çalışanlarımızın ve ailelerinin sağlığını korumaktı.
13 Mart’tan itibaren tüm kadromuzla birlikte evden çalışmaya başladık. Saha ekiplerimizin hekim ve eczacılara yaptığı yüz yüze tanıtımları durdurduk; çevrimiçi platformlarla uzaktan tanıtım modeline geçtik. Hem şirket içi operasyonları hem de en önemli paydaşlarımız olan sağlık profesyonelleriyle iletişimi dijital ve kesintisiz şekilde sürdürebildik.
Çalışanlarımızı zihnen ve bedenen desteklemek amacıyla haftalık çevrimiçi programlar oluşturduk. Bu programlara aileleriyle birlikte katılabiliyorlardı. Alanında uzman konuşmacıların yer aldığı oturumlar, yönetim ekibiyle kahve sohbetleri, canlı spor seansları, çocuklar için etkinlik programları gibi kapsamlı bir içerikle çalışanlarımıza birçok alanda destek vermeye odaklandık.
Hem hastalara karşı sorumluluğumuz hem de iş süreçleri ve çalışan güvenliği açısından bu dönemi başarıyla yönettik.
GSK ve Sanofi, Covid-19 aşısı için küresel bir iş birliğine gitti. Firmanızın ve sektörünüzün salgınla mücadeleye başka katkıları var mı?
Aşı ve devamında gelecek tedavilerle ilgili çok umutlu olduğumu söyleyebilirim. Bu olağanüstü dönem, olağanüstü girişimleri de beraberinde getirdi ve sağlık alanında çok önemli iş birlikleri hayata geçirilmeye başlandı. Biz de Sanofi ile aşı alanında güçlerimizi birleştirdik. Bu çerçevede geliştirilecek aşı adayının faz 1/2 klinik denemelerine Eylül 2020’de başladık. Yıl sonu itibarıyla faz 3’e geçmeyi hedefliyoruz.
COVID-19 aşısı için geliştirilen birçok iş birliğini destekleyecek 1 milyar doz pandemik aşı adjuvanı üretmeyi planlıyoruz. COVID-19 ve gelecekteki olası salgınlarla mücadele kapsamında Vir Biotechnology ile ar-ge ortaklığına gittik. Ekim 2020’de antikor tedavisi için faz 3 çalışmalarına geçildi.
COVID-19’un dünya genelindeki yayılımını kontrol altına almak amacıyla Birleşmiş Milletler ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından oluşturulan COVID-19 Dayanışma Fonu’na 10 milyon ABD doları bağış yaptık. Türkiye’de ise COVID-19 mücadelesinde sağlık çalışanları ve hasta faydasına yönelik ekipman tedarikine 1 milyon TL civarında desteğimiz oldu.
Küresel anlamda ise Salgına Hazırlık İnovasyonları Koalisyonu (CEPI) ve COVID-19 Tedavi Hızlandırıcı araştırma programıyla iş birlikleri yaptık. Kuzey Amerika, Avrupa ve Çin dâhil olmak üzere dünya çapında birçok şirketle ve araştırma grubuyla aşı ve ilaç geliştirmeye yönelik çalışmalar başlattık.
Türkiye’deki ilaca ilişkin ar-ge etkinlikleri ve yatırım ortamını yorumlayabilir misiniz?
Türkiye, ilaç alanında yatırım merkezi olabilecek bir potansiyele sahip. Bizim burada üzerimize düşen, tüm paydaşlarla beraber hasta odaklı, sürdürülebilir erişimi destekleyen bir model oluşturmak. Devletin stratejik önceliklerine paralel bir şekilde kamu yönetimiyle tam bir iş birliği içerisinde ilerlemeye odaklanıyor, tüm çalışmalarımızda bu doğrultuda hareket ediyoruz.
GSK ülkemizde ne zamandır ve hangi alanlarda faaliyet gösteriyor?
GSK, Türkiye’de solunum, aşı, HIV, merkezi sinir sistemi hastalıkları, dermatoloji, üroloji, onkoloji ve antiinfektifler odaklı olmak üzere 8 tedavi alanında 61 yıldır faaliyet gösteriyor. Türkiye’nin orta vadeli kalkınma planına uygun olarak ihracat ve yerelleşme yatırımlarımızı güçlendiriyoruz.
Hacettepe Teknokent iş birliğiyle hayata geçirdiğimiz Aşı Klinik Araştırmalar Merkezi’nde Türkiye’deki aşı klinik araştırmalarının %50’sinden fazlasını yürütüyoruz. Menenjit, zatürre, rotavirüs, hepatit A, hepatit B, suçiçeği, boğmaca, kızamık, kızamıkçık, kabakulak aşılarıyla çocukların ve yetişkinlerin sağlığını korumak için çalışıyoruz.
Yerelleşme kapsamında gerçekleştirdiğimiz 4 yerli üretim ortaklığı var. 30 milyon sterlin ölçeğinde bir yatırımla yerel üretim oranımızı %62’den %74’e çıkaracağız. Bu doğrultuda solunum hastalıklarının tedavisinde kullanılan nebül ürünleriyle birlikte HIV tedavisine ilişkin yenilikçi bir ürünün yerel üretimi için çalışmalara devam ediyoruz.
Türkiye, klinik araştırma yatırımlarında GSK’nin öncelikli ülkeleri arasında. Bugün enfeksiyon, onkoloji ve hematoloji başta olmak üzere GSK’nin faaliyette bulunduğu tüm alanlarda ar-ge yatırımları açısından ayrıcalıklı bir ülke konumundayız. Bu konum, Türkiye’de klinik araştırmalarda yatırım ve istihdama da önemli bir katkı sağlayacak.
Bir üst düzey yönetici bakışıyla çalışanlarınızda aradığınız başlıca nitelikleri öğrenebilir miyiz?
Çalışanların kurum kültürüne ve değerlerine uygun olması önceliğimdir. GSK’de dört temel değer öne çıkar: şeffaflık, insana saygı, dürüstlük, hasta odaklılık. Tüm süreçlerimizi bu temel üzerine kuruyoruz ve aramıza katılacak ekip arkadaşlarını da bu yapıya uygun kişilerden seçiyoruz.
GSK’nin bir liderden beklediği dört davranış modeli vardır: öz sorumluluk, cesaret, ekip çalışması, gelişim. Sektörün dinamik yapısını ve değişimi yönetebilme konusunda öncelik verdiğimiz özellikler bunlardır.
Bilkent’te aldığınız eğitimin profesyonel ve sosyal hayatınıza yansımaları hakkında neler söylemek istersiniz?
İstanbul’da doğdum ve büyüdüm. Bu nedenle üniversite eğitimi ailem ve arkadaşlarımdan ilk defa uzun süreli ayrı kaldığım bir dönemdi. Başta sevdiklerimden uzak olmak ve yalnızlık hissiyle biraz zorlanmıştım. İki kentin dinamikleri de gerçekten çok farklı; ama düşündüğümden çok daha çabuk uyum sağladım.
Farklı bir kentte yaşamanın gelişimime katkısı çok büyük oldu. İnsanın kendi ayakları üzerinde durabilmesi ve sorumluluk alması başta özgüven ve cesaretle birlikte pek çok önemli yetkinliği de kazanmasını sağlıyor. Bunun sosyal ve profesyonel hayatta olumlu etkilerini görüyorum. Kampüs hayatı ise en yakın dostlukların kurulduğu, bambaşka bir kültür. Bilkent, öğrencilere sosyal anlamda sunduğu olanaklarla da fark yaratan bir üniversite diye düşünüyorum.
Bilkent’in çağı yakalayan, teorik bilgilerle sınırlı kalmayıp mesleğin pratiklerini de deneyimleyebileceğiniz, yenilikçi bir eğitim yaklaşımı var. Özgün ve yaratıcı düşünme, doğru analiz etme, akılcı karar verme gibi becerilerinizi geliştirme imkânı sağlayan, çok kıymetli bir akademik ortama sahip. En önemlisi de uluslararası düzeyde bilinirliği olan bir üniversiteden mezun olarak profesyonel hayata güçlü bir başlangıç yapabilmeniz. Kariyerime uluslararası ve lider şirketlerde başlamamda Bilkentli olmamın kayda değer bir payı var.
Lisansüstü derecenizden sonra akademik dünyayla etkileşiminiz sürdü mü?
Koç Üniversitesi’nde kurucusu olduğum İlaç Sektörü Ürün Müdürü Sertifikasyon Programı’nda eğitmenliğe devam ediyorum. Ürün müdürlüğü, ilaç sektörünün en kritik rollerinden biri. Sektörün farklı alanlarında uzman yöneticilerin de eğitmen olarak yer aldığı program kapsamında ilaç endüstrisinin yapısı, mevzuatları, iş süreçleri ve paydaş ilişkileri gibi pek çok başlıkla başarılı bir ürün pazarlamasının yöntemlerini anlatıyoruz.
Son olarak hobilerinizi ve özel ilgi alanlarınızı soralım.
Evliyim, iki oğlumuz ve 2,5 yaşında bir kızımız var. Benim için en büyük keyif ailemle ve de özellikle kızımla vakit geçirmek. Kitap okumak, küçüklüğümden beri en özel ilgi alanım. Bir de tabii futbol var. Koyu bir Fenerbahçeli olarak maçları olabildiğince takip etmeye çalışırım.