(Dergi Bilkent 37. sayı – Haziran 2022)
T.C. Duşanbe Büyükelçisi Emre Zeki Karagöl (Uluslararası İlişkiler 1994) ile diplomasi üzerine sohbet ettik.
Diplomatik kariyer hedefiniz hangi zamanlara dayanıyor?
İlkokuldan ortaokula geçtiğim dönem olabilir. Mesleği aklıma sokan ilk kişi babamdır. Bahsettiğim dönemler 70’lerin sonuydu. Babam, zamanında Fulbright bursu kazanarak Lozan Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde okuma hakkını, görevli doktorun sağlık raporunda yaptığı bir hata sonucu kaybetmişti. Sonrasında farklı bir kariyere yönelip çok başarılı bir çocuk nörolojisi profesörü olduysa da çocukluğumda diplomatlığın güzel yönlerini bana hep anlatmıştı.
Bir de ASALA terör örgütünün 70’li ve 80’li yıllardaki eylemlerini ve tek kanal TRT’de gün gün yayımlanan terör davalarını net hatırlıyorum. Cezaların caydırıcı olmamasının da etkisiyle diplomatlarımızı sık sık hain suikastlara kurban veriyorduk. Fransa başta olmak üzere batılı ülkelerin katillere verdiği komik cezalar, bu haksızlığa bir tepki olarak diplomat olma fikrini aklıma sokmuştu.
Birçok insan, diplomatların yurt dışında bir resepsiyondan diğerine giden insanlar olduklarını zanneder. Aslında bir diplomatın hayatı bundan çok farklıdır ve mesleğin birçok güç yanı vardır. Uzun yıllar namlunun ucunda yaşamış ve birçok şehit vermiş bir mesleğin ve kurumun temsilcisiyim; bu kuruma aidiyetimden gurur duyuyorum.
Diplomasi kariyerinizin büyükelçiliğe uzanan satır başlarını öğrenebilir miyiz?
Bu mesleğin güzelliği, uzun soluklu bir süreçte, usta-çırak ilişkisi çerçevesinde sizi yetiştirmesidir. Bakanlıkta ne kadar farklı birimde çalışırsanız ve ne kadar pişerseniz, geleceğin fırtınalı günlerini o denli donanımlı karşılarsınız. Üniversitenizin size sağladığı altyapının üzerine mesleki bilgi ve tecrübeyi kattığınızda yıllar içinde bir büyükelçiye evriliyorsunuz. Bu açıdan, Bilkent mezunu olduğum için kendimi hep şanslı hissettim.
Türk hariciyesinde, bazı Anglosakson ülkelerin sistemlerinin aksine, bölgeselleşme sistemi yoktur. Yani dünyada herhangi bir kıtaya atanabilirsiniz; bu atama da sadece belirli bir coğrafyayı değil, dünyayı tanımanıza vesile olur. Ben de her zaman doğru bir sisteme sahip, iyi bir kurumda çalıştığımı düşünmüşümdür.
Dışişleri Bakanlığı, sert kuralları olan bir okuldur. Mesleğe başlayan genç bir memur, ilk günden itibaren gelişmeye başlar. Benim bakanlık içi gelişme sürecim de Konsolosluk Genel Müdürlüğü’nde, 1994’ün son günlerinde başlamıştı. Kariyerim boyunca, yurt içinde Çok Taraflı Konulardan Sorumlu Müsteşar Yardımcılığı, Güney Asya Genel Müdürlüğü, Protokol Genel Müdürlüğü gibi birimlerde, Doha – Katar, Zagreb – Hırvatistan, Taşkent – Özbekistan, Saraybosna – Bosna-Hersek, Viyana – Avusturya gibi yurt dışı misyonlarda bulundum. Şimdiki durağım ise Duşanbe – Tacikistan.
Tacikistan’a atanma süreciniz nasıl gelişti?
Biz düzenli olarak iki yıl yurt içinde, dört yıl yurt dışında görevlendiriliriz; ancak büyükelçilik görevi öncesi ülkeye dönüşünüzde, merkezde nispeten daha uzun kalırsınız. Bunun nedeni, daire başkanlığı ve genel müdür yardımcılığı görevlerinde bulunarak sonrasında büyükelçiliğe atanacak olmanızdır.
Büyükelçiliğimden önceki merkez görevimde beş buçuk sene Protokol Genel Müdürlüğü’nde çalıştım. Heyecanıyla, koşturmacasıyla ve insani ilişkileriyle, hayatımda en keyif alarak çalıştığım dönemdir. Dönemin genel müdürü, büyükelçi Şevki Mütevellioğlu’nun öğretmenliğini de unutamam.
Sürekli uçakta yaşadığınız, bir görev bitince dünyanın başka bir noktasında başka bir göreve koşturduğunuz bir pozisyondu. Protokol genel müdür yardımcısı oluşumu New York havalimanında, Tacikistan’a büyükelçi olarak atanmamı ise Bakü’de bir otel lobisinde öğrenmiştim.
Tacikistan’daki ilk izlenimleriniz nasıldı?
Tacikistan, ülkemizde az tanınan, ya Sovyetler Birliği konulu kitaplarda kısaca bahsi geçen ya da iç savaşına ilişkin biraz bilgi bulunan bir ülke.
Burada Türklere karşı büyük bir sevgi var; tanıştığınız hemen her Tacik vatandaşında bu sevgiyi hissediyorsunuz. Başkentteki yabancı restoranların çoğunluğu Türklere ait. Birçok Tacik genç, dil öğrendikten sonra Türk üniversitelerine kayıt yaptırmak istiyor.
Tacikistan, turizmini canlandırmak isteyen, dünyaya açılma yolunda adımlar atmaya çalışan bir ülke; fakat haftada iki sefer İstanbul-Duşanbe uçuşuyla iş insanı ya da turist çekmeniz çok güç. Mesaimin kayda değer bir kısmını, Tacik yetkilileri THY uçuşlarının arttırılmasına ikna etmeye harcıyorum.
Tacikistan’ın beş yıllık kalkınma programı kapsamında ilişkilerin güçlendirileceği öncelikli ülkeler arasında Türkiye de var. Mart 2021’den bu yana çoğunluğunu benim ve ekibimin canlandırdığı 100’e yakın konuyu ve iş birliği maddesini takip ediyoruz.
Tacikistan’daki etnik çeşitlilik diplomatik çalışmalarınıza nasıl yansıyor?
Sovyetler Birliği gibi Tacikistan’da da farklı etnik gruplar var. Ülkenin kültürel zenginliğini bu olgu oluşturuyor. Ülkede Rus, Özbek, Pamir, Kırgız etkilerini görebiliyorsunuz. Tabii beni esas ilgilendiren etnik topluluk Türkler. Altıncı ve on altıncı yüzyıllarda iki farklı Türk kavmi göçünde Tacikistan’ın farklı bölgelerine yerleşen Türk grupları olmuş. Bugün kendini Türk olarak tanımlayan, hatta evlerinde Türk bayraklarıyla yaşayan bir grup Türk asıllı Tacik vatandaşı var. Bu insanların kimlik kartlarında Türk ibaresi de yer alıyor. Hatta Duşanbe’ye 40-50 km mesafede bulunan ve Türkler tarafından kurulmuş olan Turkabad köyünü, zorlu bürokratik izin süreçlerinden sonra ziyaret edebilmiş ilk Türk büyükelçisiyim. Ülkede Türk kökenli arayışlarımı yılmadan sürdürüyorum.
Tacikistan, Enver Paşa’nın Anadolu’dan ayrıldıktan sonraki son durağı. Sovyetler Birliği’ne karşı bölgenin kurtuluş mücadelesine büyük destek vermiş olan Enver Paşa’nın mezarı, 1922’den 1996’ya dek orada kalmış ve 1996’da dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in isteğiyle Türkiye’ye taşınmış. Enver Paşa’nın yanında çarpışan Miralay Faruk Bey ve Tacik destekçisi Devletmend Bey’in mezarlarını ise köylüler bugün özenle koruyorlar. Hayalimde o bölgenin Türk ziyaretçilere açılması var. Nisan 2021’den beri bölgeyi ziyaret talebime yerel yetkililerden yanıt beklemekteyim.
Türk topluluklarının ülkedeki sosyal rolünü nasıl yorumlarsınız?
Tacikistan’da iç savaşın yaşandığı 1992-96 döneminde bile iş insanlarımız ülkeden ayrılmayı düşünmemişler, hatta yatırım yapmaya devam etmişler. Türk yatırımcı sayısı bugün diğer Orta Asya ülkelerinden az olmasına rağmen Anadolu Grubu, Akia Avesto, Beta Çay, Evyap ve THY gibi firmalarımız sektörlerinde lider konumda, bölgedeki Türk restoranları da aynı şekilde.
Ülkenin daha çok yatırım çekebilmek için kat edeceği önemli bir mesafe var. Bu durum, özellikle batılı şirketleri yatırım fikrinden caydırıyor. Ülkedeki temel yatırımcılar Türk, Çinli ve Rus şirketler. Uluslararası şirketler arasındaki sert rekabet koşullarının oluşmamış olmasından ötürü, Türk iş dünyasının Tacikistan’a ilgi göstermesi için uygun zamanlardan geçiliyor. Sağlık, ilaç sanayi, tarım, madencilik, enerji, otomotiv yedek parça gibi sahalarda yapılacak çok iş var. Bu amaçla Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu gibi çatı kuruluşları, münferit şirketlerimizi, farklı şehirlerin sanayi ve ticaret odalarını Ticaret Müşavirliği’mizle birlikte bilgilendirmeye ve cesaretlendirmeye çalışıyoruz. Yavaş da olsa sonuç almaya başladık.
Türkiye’nin Tacikistan’la olan ilişkileri hangi çerçevede şekilleniyor?
Türkiye, Tacikistan’ı 30 yıl önce ilk tanıyan ülkeler arasındadır. O dönemden bu güne birçok konuda işbirliğimiz devam ediyor. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in iç savaş sürerken Tacikistan’a yaptığı 1996 tarihli resmî ziyaret, Tacik devlet yetkilileri tarafından hâlen minnetle hatırlanıyor.
Bugüne gelirsek, Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ile Tacikistan Cumhurbaşkanı İmamali Rahman arasındaki sinerji ve iş birliği anlayışı, ilişkilerin gelişiminde bir motivasyon kaynağı. Karşılıklı ticaret hacminin bir milyar dolara çıkarılması yönünde çalışmalarımız sürüyor. Uluslararası adaylıklarda iki ülke birbirlerinin adaylarını destekleme geleneğine sahip. Bunun dışında ekonomi, yatırımlar, tarım, kültür, kurumlararası iş birliği gibi alanlarda müzakereleri yıllardır süren 40 farklı anlaşma var. Bu durum, kat etmemiz gereken yolun uzunluğunu gösteriyor.
Doğrusunu söylemem gerekirse, Tacikistan’da beni en çok zorlayan ve mesafe almakta zorlandığım konular kültür ve eğitim. Yine de geleceğe yönelik iyimserim. Özellikle Tacik üniversiteleriyle geliştirdiğimiz yapıcı bir iletişim var.
Birçok farklı ülkede çalışarak kazandığınız deneyimler profesyonel ve sosyal yaşamınıza nasıl bir perspektif getirdi?
Sanırım o deneyimi, özellikle Protokol Genel Müdürlüğü’nde görevliyken, 50’yi aşkın ülkede yaşadım. Bulunduğum her ülkede çalışma kültürüne, nasıl müzakere yapılması gerektiğine, kültürlerin zayıf ve güçlü yanlarına dair fikirlerim oluştu. Bu açıdan çok şanslı olduğumu düşünüyorum.
Japonların ve Çinlilerin sürprizlerden hiç hoşlanmadıklarını ve kelimenin tam anlamıyla 24 saat çalıştıklarını, İngilizlerin bir yandan yüzünüze çok kibar görünüp bir yandan da isteklerini dikte edici yöntemlerle yansıtabildiklerini, Almanların çözüm için misafir heyetin kültürünü anlamaya çaba sarf ettiklerini, Amerikalıların değişen durumlara göre hızlı ve pragmatik önlemler alabildiklerini, Afrika’da tüm sorunlarınızın insani ve yakın ilişkilerle çözümlenebildiğini, Rusların çalışma yöntemlerinin ise bize ne kadar benzediğini gözlemledim.
Bu görevleriniz esnasında ilginç anılar yaşadınız mı?
Hemen aklıma gelen bir tane anlatayım. İstanbul’a gelecek devlet başkanlarının ziyaretleri için kiralanan araçların şoförleri Ankara’dakiler kadar tecrübeli olmazlardı; nasıl davranmaları gerektiğine dair önceden bilgi vermemiz ve hareketlerini sürekli takip etmemiz gerekirdi. Bir seferinde, sanırım 2018’di, Rusya Devlet Başkanı Vlamidir Putin’i İstanbul havalimanında karşılayacaktık. Putin uçaktan indikten sonra, yerde bekleyen resmî yetkililerle tanıştırılacak, hızla araçlara geçilerek Cumhurbaşkanımız ile görüşeceği mekâna gidilecekti. Uçak zamanında gelmişti; tüm senaryomuz yolunda gidiyordu. Devlet başkanı seviyesindeki heyetlerde kural, konvoyun başındaki protokol aracında oturan protokol görevlisinin, devlet başkanının aracına geçtiğinden ve heyetin araçlarına bindiğinden emin olması ve sonrasında güvenlik aracına verdiği işaretle konvoyun hareket etmesidir. Ben de herkesin araçlarına geçtiğinden ve bavulların yüklendiğinden emin olduktan sonra işaret etmek üzereydim ki küçük bir detay fark ettim. Konvoyun en önünde bulunan kendi protokol aracımın şoförü yoktu. Başkan Putin araçta, heyet üyeleri araçta, polisler hazır, ama hareket edemiyoruz!
Panikle uçağa koşturduğumu, apronda şoförü aradığımı, bu sırada arkamdaki polis araçlarının gürültülü bir şekilde siren çaldıklarını ve hareket etmek için sabırsızlandıklarını hayal meyal hatırlıyorum. Sabırsızlanan bir tek polislerimiz değil, ayrıca Putin’di. Hayatımın bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçtiği o kısa panik ve koşuşturmaca sonunda şoförümüzü buldum. Kendisi Rus başkanlık uçağının karşısına geçmiş, hiçbir şeyi umursamaz şekilde, belki de sosyal medyaya koymak için cep telefonuyla kendi fotoğrafını çekmeye çalışıyordu!
Bir üst düzey diplomatın taşıması gereken başlıca nitelikler sizce hangileridir?
Öncelikle çok farklı konularda donanımlı olmanız beklenir. Gittiğiniz ülkedeki başarınıza yön verecek önemli bir unsur, iyi bir diplomat ve büyükelçi olabilmeniz adına, o ülkenin kültürüne ve günlük yaşantısına hâkim olmanızdır. Diplomaside bilgi güçtür; kuracağınız temaslar ile çevrenizdeki birçok insandan yaptığınız işe ilişkin değerli bilgiler kazanabilirsiniz.
Görevli gittiğiniz her ülkede, ofiste oturmak yerine, tanıştığınız insanlarla dışarı çıkarak bir bakıma hem sosyal hem işe yönelik bir iletişim kurabilirsiniz. Bunun şartı, karşıdaki insanın kültürünü bilerek onunla doğru frekansı tutturmaktır. Örneğin, bir Amerikalı ile oturup sohbet ettiğinizde caz müziğine, Amerikan futboluna ya da Amerikan edebiyatına hâkim olmanız sizi bir adım öteye götürecektir.
Bizim mesleğimizin bir diğer özelliği de kendinizi bir anda kalabalığın önünde, bazen düşmanca bakışlar altında, elinizde mikrofon, bir soru sorarken veya ülkenize yönelik bir soruyu veya eleştiriyi yanıtlarken bulabilmenizdir. Mesleğe yeni girmiş bir memurun da, büyükelçi seviyesinde bir diplomatın da sıklıkla karşılaştığı bir durumdur bu. Ülkemizin dış politikasına ait temel konulara, yabancı dile ve toplum önünde konuşma refleksine hâkim olarak bu gibi durumlarda başarı sağlayabilirsiniz. Bunlar da tahmin edersiniz ki zaman içinde gelişen melekelerdir. Genç arkadaşlar unutmasın: Haklı ve hayati davalarımızı başarıyla anlatmanın yolu, salonda bulunan kitleyi etkilemek ve ikna etmekten geçer. İnsanları bir kağıdın üzerindeki klişe cümleleri okuyarak etkilemeniz biraz zordur. Mutlaka toplulukların önünde konuşma özelliğinizi geliştirin. Bu da bizim meslekteki pişme sürecinin bir parçasıdır.
Bir büyükelçinin günlük ajandasında neler yazar?
Keşke düzenli bir ajandamız olabilseydi! Diplomaside son dakika değişiklikleri çoktur. Diplomasi tam anlamıyla 24 saat yaşayan bir meslektir. Bazen mesleğe yeni giren arkadaşlar neden 9’da gelip 6’da çıkamadıklarını sorgulayabilirler. Oysa dünyadaki gelişmeler ve uluslararası diplomasi saat 6’da bitmez.
Gençlerin gözlerini de korkutmayayım, çok da zevkli bir meslektir bizimkisi. İşinizi yaparken genel kültürünüzü ve hayata bakışınızı geliştirebilecek insanlarla tanışır ve ömür boyu sürecek arkadaşlıklar kurarsınız. Her insanın size farklı bir dünya sunduğunu düşünürseniz, ne kadar büyük bir zenginlik olduğunu anlarsınız. Böyle bir olanağın başka mesleklerde nadiren yakalanabileceğini düşünüyorum. Ben de bugüne kadar mesleğin bu yönünü olabildiğince zorladım; mümkün olduğunca çok insanla tanışmaya gayret gösterdim.
Bizim meslekte insanlara karşı açık olmanız beklenir. İnsanlar genelde sizinle iletişim kurmak isteyecek; sizi ya dışarıda bir şeyler yemeğe ya da evlerine davet edecektir. Bu ilgi, sizin vereceğiniz karşılığa göre sürer veya biter. Genç arkadaşlara sosyal olmalarını, temsile uygun evler tutmalarını ve evlerini açmalarını tavsiye ederim. Sadece ofiste oturarak, yerel gazetelerin Türkiye hakkında yazdıklarını takip ederek ne başarı sağlarsınız ne de mesleğinizden keyif alırsınız.
Sorunuza tekrar gelirsek, ajandamızda en geniş yeri resmî makamlar ve yetkililerle temaslar kaplar. Yerel yetkililerle temaslarımız sıktır. Her iki ülkeyi ilgilendiren ve büyükelçi olarak takip ettiğiniz konularda, bulunduğunuz ülkenin görüşlerinin hızla öğrenilmesi ve Ankara’ya bildirilmesi gerekir. Sanat, kültür, spor çevreleriyle temaslar da mesleğimizin zevkli birer parçasıdır.
Bilkent sizi meslek hayatınıza nasıl hazırladı?
Dolu bir üniversite hayatı geçirdiğimi söyleyebilirim. Bir fırsatım daha olsa, o dört yılı tekrar yaşamak isterim. Harika akademisyenlerimiz vardı; diğer okullardan farklı olarak bizleri hayata hazırlayan birer rehber gibiydiler. Rahmetli Oral Sander, Nur Bilge Criss, Serdar Güner gibi minnetle hatırladığım hocalarım sayesinde, hayata ne kadar donanımlı hazırlandığımızı sonraları fark ettim. Bilge hocanın liseden yeni mezun olmuş bizlere meslektaşı gibi davranmasını, ödevler için kütüphaneden araştırma yapmamızı teşvik etmesini unutamam.
Üniversitenin kütüphanesi zaten okul içinde okul gibiydi. Duşanbe’ye gideceğimi öğrendiğimde soluğu kütüphanede almıştım. COVID-19 kısıtlamalarına rağmen Bilkent bana özel izin çıkartmıştı. Okuluma müteşekkirim.
Dışişleri Bakanlığı’na girdiğim 1994’te mezunlarımız Nükhet Küçükel (Uluslararası İlişkiler 1991) ve duayenimiz Bilkentli ilk büyükelçi Ahmet Ergin (Uluslararası İlişkiler 1992) dışında Bilkentli yoktu. Yanlış bilmiyorsam bakanlığa sınıf arkadaşlarımla giren üçüncü grup Bilkentliyim. Şu anda bakanlıkta birçok genç Bilkentlinin görev yaptığını memnuniyetle duyuyorum.
İş dışında kalan vakitlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu meslekte hobi sahibi olmazsanız, özellikle yurt dışında zorlanabilirsiniz. Düşünsenize, tamamen yabancı olduğunuz bir ortamda hayatınızın en azından iki yılını geçirmeniz bekleniyor. Çevre oluşturana kadar sizi hobileriniz kurtarır, hatta kimi zaman yeni bir çevre oluşturmanıza bile vesile olur.
Hobilerimin başında Rusça öğrenmek geliyor. Neredeyse her sabah 6’da kalkarak Rusça programları takip ediyorum. Öğrenmesi en zor lisanlarından biri olduğunu söylemeliyim. Ayrıca, Tacikistan müthiş bir fotoğraf ülkesi. İnsanların fizyonomileri, kıyafetlerin renkleri ve kullanılan desenler büyüleyici. Pamir Dağları’nın fotoğraflarını çekmek istiyorum; ancak ülke içi ulaşım biraz sıkıntılı olduğundan henüz gitme fırsatını yakalayamadım.
Yıllardır devam ettirdiğim bozuk para koleksiyonum var. Tacikistan’da pek sürdüremediğim siyasi fotoğraflar koleksiyonumu özellikle İstanbul ve Viyana antikacılarında zenginleştirmiştim. Başta koşu olmak üzere spor da hayatımın olmazsa olmazı.
Büyükelçilik binasına ait kalıcı birkaç eser de bırakmaya çalışıyorum. İşadamlarımızın desteğiyle, 80 yıllık büyükelçilik binamızda bir açık hava etkinlik sahası ve TÖMER’in 1.000’i aşkın Tacik öğrencisine bir kütüphane yarattım. Sanırım boş durmak bana göre değil.